AFYON KOCATEPE ÜNİVERSİTESİ TARİH KULÜBÜ by SEZGİN
  TÜRKLERDE BİLİM
 

Türklerde Bilim

          Türk bilginler bütün dünya tarafından tanınmış ve eserleri yüzyıllarca bilime rehberlik etmiştir. Bu Türk bilginlerinin en ünlüleri Farabi, Birunî ve İbni Sina'dır.

          Büyük bir Türk bilgini olan İbni Sina'nın tıp alanında yazdığı kitaplar Avrupa'da yüzyıllarca okutulmuş, yine bir Türk bilgini olan Ebû Bekir Razi'nin eserleri bilim dünyasına ışık tutmuştur. Tıp, fizik, kimya, matematik ve astronomi ilimlerine önemli katkılarda bulunan, birçok bilim dalının temellerini atarak dünyaya öncülük eden çok sayıda Türk bilgini yetişmiştir.


Eski Türk Buluşları

          Orta Asya'da yapılan kazılarda, Karasuk Kültürü olarak adlandırılan bölgede ortaya çıkan buluntular Türklerin birçok hususta ilk olduğunu göstermektedir. M.Ö. 1200- 700 yıllarına denk gelen ve Proto-Türkler olarak nitelendirilen Karasuk Kültürü buluntularına göre günlük hayatta kullanılan bazı eşya ve objelerin karşılaştırmalı tarih yöntemine göre ilk Türklerde olduğu kabul edilmektedir.


Günlük Hayat

          Atın evcilleştirilmesi
          Dört tekerlekli atlı araba
          Demirin işlenmesi
          Sulama kanalları
          Keçe çadır
          Kilim
          Halı
          Deri eşya
          Saban
          Dokuma kumaş
          Düğme
          Kemer
          Kemer tokası
          İğne
          Mendil
          Pantolon
          Ceket
          Gömlek
          Şemsiye
          Çizme
          Oniki hayvanlı Türk takvimi
          Ayrıca pamuk, keten, kenevir, yün ve ipek parçalarına kazılarda, ilk Orta Asya'da rastlanmıştır.


Beslenme

          Mısır
          Yonca
          Yoğurt
          Ayran
          Baklava
          Konserve
          Sucuk
          Pekmez
          Pastırma
          Dolma
          Lokum


Bilim

          Sıfır sayısı.
          Çiçek aşısı.
          İnsan mumyalama (Mısır medeniyetinden yüzyıllarca önce)
          Selçuklular döneminde ilk üniversite (Nizamiye Medresesi)
          Tolunoğulları döneminde Türk hükümdar Ahmet bin Tulun tarafından Mısır'da yaptırılan dünyanın ilk hastanesi.
          Biruni; Dünya çekirdeğinin çapını sadece 15 kilometrelik yanılmayla 6338.8 km olarak tespit etmiştir. Ay tutulmasını, nasıl olduğunu ve dünyanın günde bir kez döndüğünü ilk o ifade etmiştir.
          İbni Sina; kan dolaşım sistemleri.
          Akşemseddin; Mikroskobik varlıkları keşfetmiştir.
          Lagari Hasan Çelebi: İlk füze denemesi.
          Hezarfen Ahmed Çelebi: İlk uçma denemesi.
          Farabi; İhsâ'ül-Ulûm isimli eseriyle bilimleri ilk kez sınıflandıran kişi.
          Cemşid; Ondalık kesiri ilk bulan kişi.
          Cezeri; Sibernetiği ilk kuran kişi.
          Razi; Yer çekimini ilk bulan kişi.


Savaş

          Ordu'da onluk sistem
          Kurt kapanı taktiği
          Hilal taktiği
          Koçbaşı
          Geri çekilme taktiği
          Eyer
          İlk bando
          Mancınık
          Islıklı Ok


Semerkant Registan Meydanı

Soldan Sağa: Uluğ Bey Medresesi, Tilla-Kari Medresesi, Şirdari Medresesi

 

 

Nizamiye Medreseleri

          İlk Selçuklu medresesi Tuğrul Bey (1040-1063) tarafından 1046 yılında Nişabur'da kurulmuştur. Başlıca Selçuklu medreseleri Nizamülmülk (1063-1092) tarafından kurulmuştur. Nizamülmülk'ün kurmuş olduğu bu devlet teşkilatı, kendisinden sonra gelen İslâm-Türk devletleri için bir örnek olmuştur.

          Ayrıca kurduğu medreselerde güçlü bir din eğitiminin yanında, İslâm hukuku anlayışına uygun eğitilmiş güvenilir ve yetenekli yöneticileri yetiştirmektir. Dinî sahada izlediği hoşgörülü ve birleştirici siyaseti, ülkeyi terk eden Kuşeyrî ve Cuveynî gibi ünlü bilim adamlarının yurtlarına geri dönmelerini sağlamıştır. Bu hoşgörülü siyaseti, kendini medreselerde de göstermiştir. Çünkü, kurduğu Nizamiye medreseleri çeşitli düşüncelerin barınabildiği ilmî ve idari muhtariyete sahip üniversite karakteri taşıyordu. Nizamülmülk Bağdat, Musul, Basra, Nişabur, Belh, Herat, İsfahan, Merv, Amul, Rey ve Tuş gibi büyük kentlerde çok sayıda bu tip medreseler kurdu.

          Büyük Selçuklu İmparatorluğu Veziri Nizamülmülk’ün 1068 de Bağdat’ta açmış olduğu “Nizamiye Medresesi” Türk yükseköğretim tarihinde yükseköğretim kurumu olarak önemli bir kurumdur. Gazali, Nişabur Medresesi’de öğrenim gördükten sonra Bağdat’ta açılan “Nizamiye Medresesi” nde 1091-1095 yılları arasında “müderrislik” yapmıştır.


Nizamiye Medreselerinin Başlıca Amaçları

          1) Din adamı yetiştirmek,
          2) Yoksul ve yetenekli öğrencileri okutup topluma kazandırmak,
          3) İmparatorluğun yönetimi için memur yetiştirmek ve
          4) Devlet adamlarını eğitmektir.
          5) Bilginleri bir görev ve maaşla medreselere bağlayıp denetim altında tutmaktır.


          Nizamiye medreseleri, "eğitimde şans ve fırsat eşitliği" gerçekleştirmeye çalışmıştır. Devlet, medreseleri "yatılı ve burslu" bir eğitim kuruluşu haline getirmekle öğretimde imkân ve fırsat eşitliğini sağlama çalışmalarına girişmiş oluyordu. Ayrıca “öğrenci statüsü”nde bazı yenilikler getirmiştir. Bu yenilikler, medrese öğrencilerinin büyük bir kısmının yatılı olması ve medrese vakfından burs alabilmeleridir.

          Bu okulların bir benzerleri Anadolu Selçukluları tarafından Konya, Kayseri, Sivas ve Erzurum'da açılmıştı. Bir dönemin bilim merkezi olarak toplumu aydınlatan Nizamiye Medreseleri Osmanlı, medreselerine de örneklik etmiştir. İmam-ı Gazali gibi büyük bir şahsiyet Nizamiye medresesinde baş müderrislik görevinde bulunmuş, âlim ve fâzıl biri olarak onlarca talebe yetiştirmişti.

          Aslında medreseler Selçuklulardan önce kurulmuştur. Ancak bunlar özel medrese niteliğindeydi. Oysa, Nizamiye medreseleri devletin teftiş ve himayesi altında faaliyet gösteren resmî ve muntazam öğretim kurumları idi.

          Nizamülmülk'ün yaptırdığı medreseler ile Karahanlı medreseleri arasında çeşitli benzerlikler vardır. Selçuklu medreseleri de Karahanlı medreseleri gibi Budist manastırlarına benziyorlardı. Bundan dolayı ünlü müsteşrik Wilhelm Barthold (1869-1930), Selçuklu medreseleri için, Budist viharalarından örnek alındığını iddia etmiştir.


Nizamiye Medreselerinin Türk ve İslâm Eğitim Tarihindeki Yeri ve Önemi


          1) Medreseler ile camiler: Medreseler, mimarî açıdan camiden tamamen ayrı bir plana sahiptirler. Bu yapılarıyla medreselerin, okul mimarîsinin veya üniversite kampüsünün ilk örneğini teşkil ettikleri görülür.

          2) Medreseler, ilk önce Türkistan'da Karahanlılar tarafından kurulup, Gazneliler ve Samanoğulları tarafından da geliştirilmekle beraber, medreselerin devlet ve toplum tarafından büyük bir ilgi ve destek görmesi sonucunda yaygınlaşmaları ve bir üniversite kimliği kazanmaları Nizamiye medreseleriyle gerçekleşmiştir.

          3) Nizamiye medreselerinde genellikle din, hukuk ve dil öğretimi yapılırdı. Felsefeye karşı ilk tepki Bağdat Nizamiye medresesinde müderrislik yapan Gazali'den gelmekle beraber, Nizamiye medreselerinde Felsefe ve Mantık dersleri de okutulmuştur.

          4) Nizamiye medreselerinde kullanılan öğretim metodu, İslâm dünyasındaki medreselerde kullanılan geleneksel öğretim metodu haline gelmiştir. Bilhassa şerh ve haşiye metodunun İslâm dünyasında kullanılan geleneksel öğretim metodu haline gelmesinde Nizamiye medreseleri etkili rol oynamışlardır.

          5) Arapça'nın İslâm dünyasının ortak öğretim dili olarak yaygınlaşması Nizamiye medreseleriyle gerçekleşmiştir. Türkçe'nin şerh ve haşiye dili olarak kullanılması ve Farsça'nın da Türk medreselerinde okutulmasının öncülüğünü Nizamiye medreseleri yapmıştır.

          6) Nizamiye medreseleri, Türk ve İran halkı ve kültürünün yakınlaşması ve kaynaşmasında aktif rol oynadığı gibi, ortak bir İslâm kültürü ve müslüman kardeşliğinin doğmasında da etkili olmuşlardır.

          7) Bugün orta ve yüksek öğretim kurumlarında uygulanan "ders geçme ve kredi sistemi"nin başlangıcını teşkil eden, medreselerdeki "ders geçme sistemi", Nizamiye medreseleriyle kurumlaşmış ve yaygınlaşmıştır.

          8) Bugün çağdaş dünyada yüksek öğretim kurumlarında uygulanan burs, kredi ve yatılılık sistemi, Nizamiye medreseleriyle kurumlaşmış ve yaygınlaşmıştır.

          9) Medreselere daimi statüde öğretim elemanı yetiştirme ve bunlar arasında bir mertebeleşme sistemi oluşturma, yine Nizamiye medreseleriyle kurumlaşmıştır.

          10) Medreselerden mezun olanlara "icazetname" verme uygulamasının ilk örnekleri, Nizamiye medreselerinde görülmektedir.

          Büyük Selçuklu yönetimini örnek almış olan Anadolu Selçukluları, medreselerde talebelerine daha geniş imkanlar sağlamıştır. Bu dönemde medreseler, devletin önde gelen kişileri tarafından vakıf olarak kurulmuştur. Selçuklulara baktığımızda medreselerin yaygın olduğunu görmekteyiz. Bunun sebeplerini inceleyecek olursak;

          1) Genişleyen Selçuklu İmparatorluğu’nun yönetimi için memur yetiştirme ihtiyacı,
          2) İslamiyet'i yeni benimsemiş Oğuz topluluklarının yeni inançlarının pekiştirilme, eskilerinin silinme gereğinin duyulması,
          3) Din adamı yetiştirme ihtiyacı,
          4) Yeni ele geçirilen ülkelerin manen de fethini sağlamak için gerekli insanları yetiştirme düşüncesi,
          5) Yoksul veya yetenekli öğrencileri okutup topluma kazandırma düşüncesi,
          6) Bilginleri bir görev ve maaşla medreselere bağlayıp denetim altında tutmak ve böylece devlete karşı gizli hareketlere katılmaları ihtimalini ortadan kaldırmak,
          7) Devlet adamlarının eğitim ve bilim severliği.

          İlk medreseler camilere ve mescitlere bağlı, onların yanında ya da içinde öğretime ayrılmış özel yerlerdi. Daha sonra Selçuklu sultanları kendi adlarına olduğu kadar eşlerinin adına da -çoğu tıp alanında öğrenim veren- medreseler inşa ettirdiler. XII. yüzyıldan itibaren görülen Anadolu Selçuklu Medreseleri, açık ya da kapalı avluludur. Açık avlulu medrese tipi ise en yaygın olanıdır. Bunlarda tek, çift, üç ve dört eyvanın yanı sıra iki katlı olanları da bulunmaktadır. Bunun yanı sıra avlu yerine, büyük bir kubbeyle örtülü merkezi bir mekanın bulunduğu medreseler de ikinci temel tipi oluşturmaktadır.

 

 

Oniki Hayvanlı Türk Takvimi

Tarihçe

          Oniki hayvanlı Türk takvimi, bir Ay-Güneş takvimidir. 12 yılın 5 katı olan 60 yıllık devreleri ile Göktürkler'de, Uygur Türkleri'nde, Tuna-Bulgar Türkleri’nde, İtil Bulgar Türkleri’nde ve daha önceleri de büyük ihtimalle Hun Türkleri’nde kullanılmış olup, Türkler arasında çok yaygın bir sistem olmuştur. Göktürk yazıtları, Uygur kitap ve hukuk belgeleri, Tuna Bulgarları’nın yazıtları, Bulgar Hakanları Listesi bu takvimle tarihlendirilmiştir. Hatta, Manas Destanı’ndaki bazı olaylar bile Oniki Hayvanlı Türk Takvimi ile tarihlendirilmiştir. Türk Takvimi’nde bir gün 12 bölüme ayrılır, her bölüme "Çağ" adı verilirdi. Bir çağ iki saat, dolayısıyla bir gün de 24 saat idi. Herbir çağ ise sekiz "Keh'ten ibaretti. Yılbaşı olarak gece-gündüz eşitliğinin yaşandığı 21 Mart, Nevruz günü alınırdı. Edouard Chavannes'in "Le Cycle turc des Douze Animaux - Oniki Hayvanlı Türk Takvimi", adlı araştırmasına göre Asya'da kullanılan Oniki hayvanlı takvim Türklere ait bir takvim sistemiydi ve Çinliler bu takvimi Türklerden almışlardı. Chavannes bu yüzden de araştırmasının adını 12 Hayvanlı Türk Takvimi koymuştur.

          Bu takvimin çıkışını Kaşgarlı Mahmut şu şekilde anlatır: Türk hakanlarından birisi, birkaç sene önce yapılmış bir savaşı öğrenmek istemiş, ama o savaşın yapıldığı yıl konusunda bir anlaşma sağlanamamış. bunun üzerine hakan, ileri gelenlerle bir kurultay düzenleyerek, “Biz bu tarihte nasıl yanıldıksa, bizden sonra gelecek olanlar da yanılacaktır; öyleyse şimdi göğün on iki burcu ve on iki ay sayısınca her yıla bir ad koyalım ve yaptıklarımızı bu yılların geçmesiyle anlayalım; bu, aramızda unutulmaz bir anı olarak kalsın.” deyince, ulus bu öneriyi hemen onaylamış. Bundan sonra hakan ava çıkmış ve beraberinde bulunan askerlerine yaban hayvanlarını Ilısu’ya doğru sürmelerini emretmiş. Askerler, hayvanları sıkıştırarak bu nehre doğru sürmüş. Hayvanlardan bazılarını avlamışlar, bazıları ise nehre atılıp karşı yakaya yüzmüş. Karaya ilk defa sıçan çıktığı için, birinci yıla sıçan yılı demişler; sıçandan sonra, sırasıyla sığır, pars, tavşan, timsah, yılan, at, koyun, maymun, tavuk, köpek ve domuz karaya ulaşmışlar ve bu nedenle sonraki yıllara bunların adı verilmiş. Daha sonra, bu yılların her birinde bir hikmetin olduğu düşünülerek fal tutulmuş ve kehânete baş vurulmuş. Mesela sığır yılına girildiğinde, savaşlar çoğalırmış; çünkü öküzler sürekli olarak birbirleriyle vuruşur ve tos yaparlarmış. Tavuk yılında yiyecek çok olur, ancak insanlar arasında karışıklık çıkarmış; çünkü tavuğun yemi danedir ve daneyi bulabilmek için çöpleri ve kırıntıları birbirlerine karıştırırmış.

          Oniki Hayvanlı Türk Takvimi'nin 1900'lerin başına dek Orta Asya Türkleri arasında, özellikle de avam sınıfında yaygın olduğu söylenir. Zira Zeki Velidi Togan’ın anılarında anlattığına göre kimliğini gizleyerek kaçmaya çalıştığı sıralarda yolunu kesen Rus askerleri kimliğini sorgulamak için adını, soyadını, yaşını sorduklarında:
“Valla yılan yılında doğmuşum…” demiş, böylelikle askerleri cahil bir göçebe olduğuna ikna etmiştir.

          Çinliler Türklerden aldıkları bu takvimi 2007 yılı itibâriyle, 3444 Güneş yılından bu yana yazılı kaynaklarında kullanmışlardır. Buna ek olarak, Yazılı Çin Târîhi'nin öncesindeki 1200 yıllık Sözlü Çin Târîhi'nin de bu takvim ile târîhlendirildiği göz önüne alınırsa, takvimin yalnız Çin’de 4644 yıldır kullanıldığı ortaya çıkar.


Yılbaşı

          Oniki hayvanlı Türk takviminde yeni yıl, Güneş'in Kova Burcu'na girmesinden sonra görünen ilk hilâl ile başlar. O andan itibâren yeni yılın birinci ayının birinci günü başlamış olur.


Yıl Süresi

          Güneş Yılı süresi 365.24218979 gündür. Bu süre içine 12 adet Türk Ayı girer. Birinci Güneş Yılı, 13. Ay Ayı'nın yaklaşık 11., ikinci Güneş Yılı, 25. Ay Ayı'nın yaklaşık 22. ve üçüncü Güneş Yılı ise 38. Ay Ayı'nın yaklaşık 3. günlerinde tamamlanırlar. Kısacası 3 Güneş Yılı süresi içerisine 37 Ay Ayı ve yaklaşık 3 gün girer. İşte bu sebepten ötürü Türk Yılı süresi, bâzen 12 bâzen de 13 Ay Ayı olur. Gün sayısı olarak Türk Yılı bâzen 354 veyâ 355 bâzen de 384 gün olabilir.

          Hilâl, yer yüzünün her noktasından mutlakâ aynı gün görünmeyebilir. Bu bakımdan herhangi bir Türk yılı yer yüzünün batısında 355 gün çekerken doğusunda 354 gün çekebilir. Bir başka deyimle, herhangi bir Türk Yılı yer yüzünün batısında, Güneş Yılı'nın örneğin 32. gününde başlarken, doğusunda 33. gününde başlayabilir.


Ay Süresi

          Ay süresi, o ayı başlatan hilâli tâkîp eden ilk hilâlin görünümünde biter. Yeni hilâlin göründüğü gün, süren ayın son günü, göründüğü an ise yine süren ayın son gününün bitiş ânı veyâ yeni ayın ilk gününün başlangıç ânı yâni başlangıcıdır. Ay, Yer çevresini 29.5305845830903 günde dolaşır. Bu sebepten Türk Ayları bâzen 29, bâzen de 30 gün çekerler.

          Hilâl, yer yüzünün her noktasından mutlakâ aynı gün görünmeyeceğinden herhangi bir Türk Ayı yer yüzünün batısında 30 gün çekerken doğusunda 29 gün çekebilir. Bir başka deyimle, herhangi bir Türk Ayı yer yüzünün batısında, Güneş Yılı'nın örneğin 175. gününde başlarken, doğusunda 176. gününde başlayabilir.


Gün Süresi

          Hilâlin göründüğü andan itibaren başlayan yeni ayın birinci günü, ertesi günün Güneş batımına kadar devâm eder. Güneş batımından itibâren ayın ikinci günü başlar ki, o gün de ertesi günkü Güneş batımına kadar devâm eder ve bu böylece yeni ayın hilâli görününceye kadar sürer gider. Burada Güneş'in batması demek, deniz ufkuna göre Güneş'in tepe noktasının ufukta tamâmen kaybolması demektir.


Türk Takviminin Çalışması

          Türk takviminde 12 yıllık bir süre içerisindeki her bir yıl bir hayvan adı ile anılır. Hayvanlar sırasıyla, Sıçan, Sığır, Pars, Tavşan, Ejderha, Yılan, At, Koyun, Maymun, Tavuk, İt ve Domuz'dur.

          12 yıllık sürenin birinci hayvanı Sıçan'dır. 12 yıllık sürenin 12. yılı olan Domuz yılı bittiğinde 12 yıllık yeni bir süre başlar ki bu sürenin de birinci yılı yine Sıçan adını alır ve bu böylece sürer gider.

          Türkler hayvan adlarıyla andıkları yıllarına sayı vermemişlerdir. Yıllara hem sayı ve hem de ayrıca ad vermek gereksizdir. Ancak sistemin mantıklı görünmesine rağmen, 12 yıl bir küme sayılmalı idi, bundan sonra sayılmalıdır. Bu kümelere de 1., 2.,...., 25., 26. v.b.g. sayılar verilmeli idi, bundan sonra verilmelidir.

          Çinliler, Türk’lerin yapmadıkları ya da yaptıkları hâlde bizlerce bilinmeyen bu kümelendirme işlemini, sözlü târîhlerine âit süreyi içine alan zamân dilimi için de yapmışlardır. 12 yılın oluşturduğu zamânı bir küme saymışlar, beş kümeyi de (yâni 60 yılı da) bir araya getirmek sûretiyle bir bağ meydana getirmişlerdir. Çinliler kümeleme işine, iddiâlarına göre sözlü târîhlerinin mebdei olan M.Ö. ki 2637 yılından itibâren başlamışlardır.

          Başka bir deyim ile Türk takvimi, M.Ö. ki 2637 yılından başlayarak, 12 yılı bir küme, 5 kümesi bir bağ Yapılarak Çinliler tarafından günümüze kadar hem de düzenli bir şekilde kullanıla getirilmiştir.


Takvimin Başlangıcı

          Sağlıklı olmamakla birlikte, elimizde bir başka uluslararası ölçü bulunmadığı yönünde kabûllenmek zorunda kaldığımız Mîlâdî takvim, 1582 yılı öncesine de uygulanarak târîhî vakaların, yıllar içerisinde aynı günlere isâbet etmesi sağlanır. Böyle bir sağlama sonucunda görülecektir ki Rûmî yıllığın ıslâh edilerek geçerlilik kazandığı M.Ö. ki 01.Mart.45 Rûmî târîhi, aslında, M.Ö. ki 28.Şubat.45 Mîlâdî târîhidir. İşte bu yüzden Türk takvimini, kabûllenmek zorunda kaldığımız Mîlâdî takvim ile (Mîlâdî takvim sanki 1582 yılından önce de varmış gibi düşünerek) ölçmek, kıyaslamak, çakıştırmak şarttır.

          M.Ö. ki 2637 yılından itibâren sayılandırılmaya başlanan Türk takviminin, her 12 yılı bir küme teşkîl ederler. Bu kümeler ise 1., 2.,...., v.b.g. ile sayılandırılırlar. Kümelerin bağ yapılması ise gereksizdir. Yunt Yılı'na âit olan yıllıkta görülen 387. ifâdesi, M.Ö. 2637 Mîlâdî yılından bu güne kadar geçmiş olan 386 tam kümeden sonra girilen 387nci kümenin adıdır ve Yunt Yılı, bu 387nci kümenin 7. yılıdır. Yine aynı yıllıktaki 4639. ifâdesi ise, 386 küme x 12 yıl = 4632 yıla, Yunt yılına âit olan 7. yıllık değerin eklenmesiyle bulunan yıl sayısıdır.


Türk Aylarının Adları

          Türk Ayları sırası ile Birinçay, İkinçay, Üçünçay, Dörtünçay, Beşinçay, Altınçay, Yedinçay, Sekizinçay, Dokuzunçay, Onunçay, Onbirinçay ve Onikinçay diye adlandırılırlar. Bugüne kadar bulunmuş olan Türk Alfabeli yazılı taşların üzerlerinde "Birinçay" ve "Onüçünçay" adlı aylara rastlanmamıştır. Bilindiği gibi bu aylar kış aylarıdır. Muhtemelen bu aylarda, atalarımızın târîhe geçecek ehemmîyette bir faalîyet göstermeleri, iklim şartlarının elverişsizlikleri sebebiyle mümkün olamamıştır. Uygur Alfabesi ile yazılmış, Uygur Vesîkaları'nda da "Birinçay" ve "Onüçünçay" adlı aylar yoktur. Bunlardan "Birinçay" yerine Fars Dili'nden geçmiş olabilecek "Ârâm" kelimesi kullanılmaktadır. Yine aynı belgelerde, 13 aylı yılların 13. ayının adı için kullanıldığını ve muhtemelen Soğd Dili'nden alınmış olduğunu sandığımız "Çakşabut" kelimesi mevcûttur. 12 aylık klasik yıl alışkanlığımızın içinde kolaylıkla farkedilebilmesi için takvimlerde bu kelime, "Onüçünçay" yerine kullanılmalıdır. Kaldı ki Çakşabut, Türk Dili'nin ses uyumu kuralına uygun bir kelimedir. Türk takviminde mevsimler ise,

          İlkbahar: Oğlak Ay
          Yaz: Uluğ Oğlak Ay
          Sonbahar: Uluğ Ay
          Kış: Ay olarak adlandırılmıştır.


Türk Günlerinin Adları

          Türklerde ve Türk takviminde günlerin adları yoktur. Günler, bir, iki, üç, ..........., yirmidokuz (aslı dokuzotuz), otuz veyâ birinde, ikisinde, üçünde, .........yirmidokuzunda (aslı dokuzotuzunda), otuzunda diye sıralanırlar.

 

 

 

 
  Bugün 7 ziyaretçikişi burdaydı! TARİH KULÜBÜ (c) AHMET SEZGİN  
 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol